“Yalnızlığın kattığı bir şey var mıdır adama,
Ya da adamın yalnızlığa…”
Sustum. Ellerimi ceplerime sokup bir yol boyu yürüdüm. Yaktım sigaramı yanına. Düşündüm. Yalnızlığın kattığı bir şey var mıydı adama? Adam yürüyor. Sigara yanıyor. Sigara düşünüyor. Yorulmuş adam düşünmekten. Devretmiş düşlerini sigarasına…
Yürüdüm. Ellerimi ceplerime sokup bir yol boyu yürüdüm. Bir ömür boyu yürüdüm. Sigara düşündü. Ben yürüdüm. Sigara yürüdü ciğerlerimde dumanıyla. Ben düşündüm. Yorgunluğumu… Çocukluğumu... Yaşanmamış onca hikayeyi… Yaşanılası onca işkenceyi…
Durdum. Bir nefes daha aldım sigaramdan. Yollar düşünmeye başladı. Ben sustum. Sigaram bitti. Ve yeniden düşündüm. Bir adamın yalnızlığa kattığı bir şey var mı acaba? Islanan yollara atılmış bir sigara izmariti gibi tükenen bu adamın yalnızlığa kattığı en küçük bir şey…
Yürüdüm yeniden. Islanan montumun cebinden çıkardım ellerimi. Bir çocuk edasıyla yürümeye devam ettim. Şimdi çocukluğuma giden yoldaydım işte. Yeniden sokaklarda çamurlara düşüp, üstümü başımı kirletecektim. Ayakkabılarımı parçalayacaktım top oynarken. Ve ertesi gün yeni bir ayakkabının sevinciyle uyanacaktım. Elinden tutacaktım babamın. Yollara çıkacaktım beraber. Ve ayakkabımın yanında yeni bir elbise alacaktım…
Ellerini tutacaktım babamın. Dahası var mı? Sıcacık ellerini. Baba eli gibisi var mı? Tutacaktım sımsıkı. Tüm sokakları “Benim babam! ” dercesine yürüyecektim yeniden. Ötesi var mı?
Durdum. Yağan yağmura inat bir sigara daha yaktım. Bir elim cebimde, diğeri sigaraya sarılmış. Titrek. Üşengeç ve ağır adımlarla yürümeye devam ettim. Islanmışlık umurumda değil. Ne de olsa bu yağmur; beni yıllarca ıslatacak. Ve kimi zaman hasret kalacağım bu yağmura. Ne de olsa bu yağmur, bir anne edasıyla okşayacak saçlarımı; ben nefes aldıkça…
.