Kafa karıştıran ilkbahar, ve Auvezere kenarında
Yeşil minede yükseldi üstümüzde
Gelincikler ve papatyalar; ve bütün bu akışı tanıdık,
Ve çıkıp gitti ovalardan iki atımız;
Genç günlerinde gökyüzünün derinliği dostça davrandığında,
Bilirlerdi etrafı kavaklarla çevrili hafif taşkınlı toprakları.
Ve alacakaranlıkta çırptı üstümüzde haşmetli kanatlar,
Ve haşmetli tekerlekler gökte
Taşıdı bizi birlikte… kabararak … ve birbirinden ayrı …
İnanarak dudaklarla ve ellerle karşılaşacağımıza.
Yüksekte, yüksekte ve muhakkak … ve sonra karşı-koyuş:
“Niçin seviyorsun beni? Hep sevecek misin beni?
Fakat tıpkı çimen gibiyim ben, seni sevemem ben”.
Ya da, “Sevgilim, ve seviyorum ve seviyorum seni,
Ve nefret ediyorum arzundan, senden değil, ruhundan, ellerinden”.
Böyledir işte son ayrılış, Tairiran!
Orada kapanıp kendi kalesine, Tairiran,
Ne kulakları ne de dili, fakat sadece elleri olan o kadın,
Gitti -ah, gitti- dokunulmadan, erişilmeden!
O kadın ki sadece bir kişi aracılığıyla yaşayabilirdi,
O kadın ki sadece bir kişiyle konuşabilirdi,
Ve geri kalan her şeyi sürekli bir değişimdi,
Kırık aynaların bir yığını…!