-I-
ANNE
Gün dönüp de bir sabah, kuşlarla birlikte huzuru
bulacakmış gibi bekledin, hep gözlerinle bekledin
anne. kokuların sarmalında kuruluyordu çocukluğum,
otların, ağaçların, yağmurun buğusuyla. zaman
ellerinden geçiyordu anne. bir endişe yumağıydın,
canı avucunda bir ürküydün ânın tuzağında.
duaların maharetli meddahıydın, söz uçururdun
kalbinle uzağa. yağmurda ibadete durmuş bir
ağaçtın ışıl ışıl, ama karanlığını süpüremedin anne.
şimdi kıyılara inip her ırmağa seni söylüyorum,
ışığı içine çekip su gibi gülesin diye.
-II-
BABA
Uzak yollardan gelip soluğunu toparlayamadın.
bir göçebeydin, isli lambaların ışığında gölge
kahramanlar yaratırdı yüzün ve dönenirdi kımıltıların
dili. susmak bir maharet midir baba ? gözleriyle
susan koca bir adam, sabahları erkenci bir düş olup
kaybolan ve bir yenilgi anıtı gibi eşiğe dikilip akşamı
başlatan keder sihirbazı. sarıp sarmalayıp seni toprağa
sundular baba, börtü böcek uyanırken mevsim aşklarıyla.
son bir bakışla uzaya dağılmıştı kalbine sığmayan imgeler,
gördüm ve koştum anlamın ardından.
sustum ve şiirler yazdım sayfalarca. kalbime, yokluğu
sorduğunda zaman, oğlum sözcükler kovalamasın baba.
-III-
ODA
Kıkırdayan sandalyeler ve masanın ahşap anaçlığı,
tez canlı bir kuş olup duvarlara çarpan heves.
sıvalar döküldükçe kayıp bir alemin gizlerini
ele verirdi haritalar, yağmurla eşyalar devinirdi,
bir doğaçlama cambazı olurdu gölgeler, düşsel bir deniz
uysallığı sinerdi halılara. perdelerde kıpırdanan ruhlar ve
kitaplar, sobada yakılacakları anı bekleyen sıra sıra
dile gelmiş hayat eskizleri. İki adımla sonsuzluğa
koşardım, serçe ürkekliğiyle bir görünüp bir kaybolan
annemin gözleriyle bakardım küçük dünyama.
büyüdükçe odalar küçüldü. duvarlar beton, eşyalar dargın
ve ben üzerime kapanacağı günü bekliyorum zamanın
-IV-
ÇAMAŞIR
Islak bir sıcaklık ve rendelenmiş sabun kokusu.
annem ışığı beklemeyip yıkamıştır çamaşırları,
sızılı dizleriyle çöküp leğenin başına. sobanın
etrafında uzak denizlerin serinliğiyle kuruyan giysiler
ve uyanmak rüyaların tehditkar ülkesinden temiz
bir soluğa. bilirdim, yaz gelip de konunca otların
ucuna, rüzgâr evcilleşecek efil efil ve salınarak
bizi terk etmek isteyecekti çamaşırlar. ben
dayanamayıp kirlerinden arınmış atletimin çırpınışına
mandalları söküp cebime gizleyecektim
şimdi ne zaman bıraksam kendimi rüzgâra, uçup
azad olmuyor kalbim. demek ki kirliyim, hâlâ kirliyim…
-V-
OYUNCAK
Babam bir palyaço olsun isterdim. susarken
gülmeyi becerebilen bir usta, renkli saçlarıyla
sevinç yumağı. bir kurşun askerdim hayatın
sarıp sarmaladığı, seslerden ve kımıltılardan
ayıklanmış ve dönüp dolaşıp sunulurdum aşka.
oyuncak trenler hep sonsuz bir bozkırın ortasında
koşardı, uzakta. sapanlar tutuşturulurdu elime,
ah bilmezlerdi kuşların ve çocukların mülküydü
gökyüzü. cıvıltılara sarınıp maviyi çağırmak
gelmez mi kimsenin aklına, aşkla…
oyun bozuldu, ölürken oyuncaklardan medet umdu
çocuklar ve balerin anladı, sustu sonsuzluğu.
-VI-
MUTFAK
Bir kuş pencerenin buğusunda göğü arar ürkek
tıkırtılarla, annem sabaha kanıp çay demler. yeni
başlayan günün ilk sesleri, kokular ve huzura
kırılan yumurtaların tevekküle çağıran tadı.
zaman çöreklendikçe hayatın eksildiği bir sığınaktır
mutfak, ekmek arası oyuna gidişlerin ilk durağı,
her akşam kaynayan tencerenin tutuk ritmiyle
günah çıkaran bir mabed. annemin ellerinden
hüzün bulaşmıştır her köşeye, sesler yankısını
yitirmiştir, dualar usulca dökülür havalandığı yere.
ne zaman girsem mutfağa, huzura acıkmış bir
çocuk çekiştirir annesinin eteklerinden, sessizce.
-VII-
PENCERE
Rüzgâr salkım saçak dolsun içeri, kuş cıvıltılarının
izi var camlarda, silinmesin. sokağın seslerini takıştırıp
işveyle salınsın hayat şiirlerde. buğulara çizdiğim
mutlu çocuklar halaylarla yükseldi güneşe, damlarda
gökyüzüne yaklaşmanın şaşkınlığı var. sanki eğilip
uzansam soluyan bir deniz değecek ellerime, dilimden
çekilecek ağaçların yağmura inanan suskunluğu. kış
boyunca anlatılmış, saklanmış masallar çağrılı melekler
misali uçuşsun Kaf Dağı'nın ardına. akşam inince
annem saçlarını salacak pencereden geleyim diye yanına
ah, nasıl da içime dönüyor pencereler, anlamın kıyısında.
hayat buğulanıyor, oysa ruhum dışarıda, hep, uzakta.
-VIII-
BALKON
Gördüm, melekler uçuştu kucağından ışık düşünce.
çamaşırlar kanatlandı, rüzgâr ağaç kokularıyla indi
sokaklara. gördüm, bir çocuktu camlara dokunurdu
paslı avuçlarıyla, geceye terkedilmiş bir sözcüktü o,
söylenmiş ve koyulmuş hayatın dışına. korkuydu
tehditkâr parmaklar sallanarak çocuğa aktarılan.
olur da meleklerin ardından uçardı terkisinde küçük
bir solukla. boşluğa uzanmıştı çığlığı, yarı yolda donup
şefkat umuduyla. gördüm, kuşlardı dostu, gün aşırı
uğrayıp uzak iklimleri şakıyan kuşlar, onlar, yalnız onlar…
uçmayı öğretmek için ne zaman balkona çıksam, gözleriyle sarılır
analar çocuklarına ve melekler uçuşur yalnızlığın kucağından
-IX-
EV
Sesler eşyaya dönsün diye şiirler okudum, sıcaklık
sürdüm her köşeye, avuçlarımdaki zamanı ekledim
duvarlara. yeni bir ev : yabani atlar kadar hırçın,
alışkanlıklarını arayan bir yankılar girdabı, yılkının
uçsuz bozkırını özleyen terkedilmiş bir emektar.
şarkılar söyledim anneme sarılarak, babamla konuştum,
sokaklardan oyun aşırdım kardeşlerimle, kırgın ruhunu
seslerle onarsın diye. dizilen her eşyayla duydum
uysal soluğunu, biriken anlarla ve etine yapışan
şen kahkahalarla. dokundum çoğalsın için düşlere.
artık gölgeler yürüyor duvarlarında. vicdanın kara
sarmaşığına dolanmış, vurulacağı günü bekliyor…
-X-
BAHÇE
Eşiğe çıkar çıkmaz hayatı kaplayan ıhlamur ağacı
ve portakal çiçeği kokusu : uçucu, beyaz… annem
sabahın hayrına güvenip vahşetin izlerini tarıyor
adaklı saçlarımdan, oysa bilmiyorlar, vurulan serçenin
kanı parmaklarımdan damlıyor. babam susuyor
çizgili pijamasının içinde, elinde fırlattığı taştan
geriye kalan ilk sapanım. ağaçlar susuyor, rüzgâr
çekiliyor yaprakların telaşından, kokular sönüyor.
eğilip gölge topluyor dardağan ağaçları, zerdaliler
gözlerimin izini siliyor dallarının kıvrımlarından.
üç yaşıma gelip de saçlarım kesilirken dönüp gülümsüyorum
bahçeye, ıhlamur dayanamayıp çiçek döküyor avuçlarıma.
-XI-
SOKAK
Gecenin avlulara sokulan masumiyeti süpürülür
güneşe ayaklarını uzatan uykulu çocuklar eşiklerde
otururken ve rüyalar bir türlü toparlanamayan
ezgileriyle çekilip gider Araf'a. belleğin açılan
yaralarına hücum eden ilk duygu huzurun yokluğudur.
güne dayanamayan çocuklar getirip koyarlar yüreklerini
annelerinin ayak uçlarına, bırakıp şarkılarını oyunların
kaygısız dünyasında. derken bir kuş öter pasın demirin
arasından, kim bilir nereden ağız dolusu bir gülüş
duyulur ve koşturur tahta atlar sokakların dargın ırmağında.
ucu denize açılsa tüm sokakların, kâğıt gemilerle selam gönderse
çocuklar, geride bir avuç gülüş bırakmış akranlarına
-XII-
PARK
Şefkatin elinden tutup toprağı tanıdığın, kuş gölgelerini
izlediğin günler geride kaldı. bir direniş yumruğu gibi
sıyrılıp betonun içinden kuşlarını sayıyordu park, ikindinin
zamanı avlayan boşluğunda. geceleyin bir hayvan
soluyordu kuytularında, sapkınlığı kutsayan bir yara,
hırıltıların karanlığı çizgileyen salyaları. aşka yenilip
ilk şiirini burada yazmıştın, güneşli bir gün, türlü çiçeklerin
türlü ağaçların kalabalığında. Fransızların geride bıraktığı
kurtarılmış bir bölgeydi, ışığa sarılı aşklardan soyunup karanlığa
güvenen ucube, kendini azaltan arkaik bir dua...
apartman boşluklarından kaçıp, rüzgâra koşan çocukların
bahçesiydi oysa. karanlık düşmesin, kuşlar uyumasın bütün gece.
-XIII-
IRMAK
Ey kalbim, göğsünde ırmak ninnileyen şehirlerdi
senin yazgın. yokluğun ve buhranın mabedi Adana,
annenin endişeli gözleriyle gördüğün o yağmalanmış
hayâl. ve Antakya, aşkın uslanmaz mekanı, düşlerin
solmadığı vaha. ey kalbim, karanlığa oyulmuş çamurlu
bir akışkandı Asi, eğilip hüznü söyledin ve savurdun
günlüğünün yapraklarını suyun vicdanına. unutmak
adına zamanı mayaladın ırmağa. oysa denize koştu
imgenin yaralı soluğu, kıyılara vurdu sesin, usul usul
arayıp kuma dağıldı hücrelerine yürüyen safra.
çocuktun, suya kesmiş masallar sanırdın ırmakları, balıkçı
türküleri salınırdı rüzgârın ele avuca sığmaz aksanında.
XIV
ŞEHİR
Hızın büyüsüne kapılıyor sesler, eşya ağıyor.
duruyor içimdeki kadranın kıpırtıları. lambaları
patlak sokaklardan neon yanığı bulvarlara düşüyorum.
cismin yadırgadığı bir yokluğum şimdi, gölge bile
yaratamayan bir siluet. artık her şey ona yetişmeye
çalışıyor, aşkın göçebe ruhuna. nesne etime gömülüyor,
renkler doluşuyor boşluğa. arzuyla dokunup can vermişti
etime, bakışlarıyla çizmişti bedenimin kıvrımlarını,
konuştukça sözcüklere kavuşmuştu sesim. artık her şey
ona yetişmeye çalışıyor, akıl almaz bir hızla.
çöle konmuş bir ışık yumağıydı şehir, sokakların
koştuğu bir panayır yeri. yıkıldı her şey yiten bir aşkla
-XV-
GÖKYÜZÜ
Yapraklar arasında bulup bulup yitirdiğim kamaşma.
sokağın döküldüğü o devasa deniz, kanatların dokunduğu
uçucu rüya. kuşlar korkmaz mı boğulmaktan, yıldızların
kıyısından kalyonlar geçer mi bulutları dağıtan kürek
vuruşlarıyla, gökkızı var mıdır maviliğe gizlenmiş,
güvercinler kime dans eder sürü sürü, efil efil ?
annem gökyüzünü avuçladıkça bilirdim, yağmura
keserdi gözleri, mavi bir su damlardı parmaklarının
ucundan. her sabah uyanır da bakardım, saçlarımda
sıcacık bir kuş teleği, bulutlar geçerdi şaşkın bakışlarımdan
vurulup da gökyüzüne düşen bir kuş olsa kalbim,
uçurtmaların arasında ağan usulca, suskun ve dingin…