14 Şubat
Loş oda
Kasvet ve vazgeçiş kokuyor..
Yatak darmadağın:
Üstünde fırlatılmış bir kot pantalon
Ve kırmızı bir mont..
Polar kaşkol
Ve beyaz bir bere…
Bir çanta
İçi olduğu gibi boşaltılmış:
Küçük bir makyaj aynası
Allık
Dudak nemlendiricisi
Bir deodorant..(pudralı)
Bir cüzdan
Şarjı bitmiş bir cep telefonu.
Bugün ödenmek üzere çantaya konmuş ama unutulup ödenmemiş Cep telefonu faturası..
(54,70.-)
Ev anahtarları..
Duvarlarda:
Bazılarında kendisinin ve arkadaşlarının
Bazılarında sadece onun
Bazılarındaysa sadece ikisinin oldukları fotoğraflar..
Hepsinde herkes mutlu gözüküyor...
Yeniden ve yeniden tüketilmek,
Her seferinde yeniden hatırlanıp mutlu olabilmek üzere Dondurulmuş anlar..
(Oysa ki artık hepsi soğuk ve anlamsız)
Posterler..
Birisi: “notting hill” filmine ait..(beraber gitmişlerdi)
Mantardan bir pano
Üzerine notlar
Ve bazı kitaplardan alıntılar iğnelenmiş..
Notlardan bir tanesi:
“Seni seviyorum bi'tanem”
Ona ait bir el yazısı…
Alıntılardan birisi ise:
“Ben sende tüm aşklarımı temize çektim”
Bir kaç rafta sıralanmış kitaplar..
Bazılarını okumuş,bazılarını okumayı planlanmış
Ama henüz okuyamamış..
Okunanlardan birisi “onca yoksulluk varken”
Okun(a) mayanlardan birisi:
“Albert camus- Düşüş”
Yerde
Cd kapakları…
Fişi çıkarılıp bir tarafa fırlatılmış telefon...
Bir kaç saat önce çıkardığı pembe çorapları..
Ve eski bir ayakkabı kutusu
(Sonradan edindiği görevi
Eski mektupların,minik kağıtlara yazılmış kısa notların ve Karalamaların saklandığı
Arasıra ziyaret edilen bir mezar..)
İçinden çıkmış zarflar ve eski mektuplar
Odanın her yerinde..
Mektuplarda sürekli yinelenen aşk..
Onun için yazılmış şiirler...
Müzik setinde bir cd..
Kendi düşüncelerini duyamayacağı kadar yüksek sesle çalıyor:
“Marillion-fugazi”
“Beni halının altına süpürüp saklayamazsın”
Ve o..
Yerde oturmuş
Sırtını duvara dayamış..
Üzerinde geceliği,ayakları çıplak..
Dizlerini karnına doğru çekmiş..
Başını elleriyle desteklemiş..
Sarı saçları yüzüne düşmüş..
Mavi deniz gözleri gözükmüyor..
Ama yanağından süzülen gözyaşları
Saçlarının arasından seçilebiliyor…
Bitik...Bitkin...Bıkkın...
(Bütün bu hisler neden onun adının baş harfiyle başlıyor ki! ? ! ? !)
Yıkık.. Kızgın..
Yanıbaşında kedisi..
Sanki tüm bu olan bitenin farkındaymış gibi
Ona sürünüyor...
Sanki anlıyor..
Keşke kedi cümlelerini onun diline çevirebilse...
Oysa ki uyandığında
“Sevgililer günü” sabahında
Geceyarısı eve döndüğünde
Ağlıyor olacağı
Aklının ucundan geçmemişti..
Öğlen evden çıkmadan
Aynada güzel yüzüne bakıp
Makyajında son rötüşleri yaparken
Heyecanlıydı ve gülümsüyordu..
Ama...
Ama...
Biraz geç kalmıştı buluşmaya
Aslında belki de bilerek gecikmişti
Belki de söylediği gibi trafik değildi neden..
Ama onu gördüğünde saçını eliyle düzeltti (farkında olmadan) ..
Yanına geldiğinde yanağına bir öpücük kondurdu..
Sonra eliyle sildi ruj izini..
Gözlerine bakıp gülümsedi..
Ama o..
Ama o...
Buz gibiydi..
Gözleri ve sesi
Donuk..
İçi çekildi sanki..
O an anladı sanki
Birazdan duyacağı sözleri
Bir şeyler yolunda gitmiyordu
Ve onun kontrolü dışında gelişiyordu artık herşey..
Kendisini bırakıvermişti _istemeden_ akışına bu bulantının...
Beynini kemiren cümle o an belirdi:
“Ben senin kabusunum ve gösteri henüz başladı”
Gerçekten bu cümleleri mi duyuyordu?
O muydu gerçekten bu cümleleri söyleyen?
Hayallerini kurduğu geleceğini dolduran
Ama şimdi bir anda onu solduran bu adam mıydı?
Bu yabancı?
İnanamıyordu..
Bütün hayalleri,uykusuz gecelerini kaplayan hayalleri
Şu an gerçekten yıkılıyor muydu onun acımasız ama yapma-suçlu Bakışlarıyla?
Kelimelerini seçerken özendiğini sandığı ama aslında Vurdumduymaz ve kırıcı cümleleriyle?
Çevresine bakındı nedense...
Bir kafedeydi..ne zaman gelmişlerdi buraya?
Çevresinde çiftler..çoğunun masasında kırmızı güller...
Verilmiş ve ya hediye paketinin açılmasını bekleyen hediyeler?
Ve tüm bunların ortasında tüm şaşkınlığı ve
Kırılmış kalbi ile o...
Bu an yaşanmıyordu..
Şu an yoktu...
Aslında burada değildi..
Hepsi kötü bir rüyaydı...
Gözlerini kapadı..
Yeniden açtığında gözlerini
“Yabancı” hala karşısındaydı
Ve uzaklığı...
...
Geçen hafta aklına geldi..verilen sözler...
Öpüşmeler...
Beraber uyandıkları o sabah...
Hepsi ne kadar da uzaktı şimdi...
Hepsi sanki başkasının anılarıydı kendisinin sahiplendiği...
Hepsi, hepsi bir şaka..
Kötü bir şaka...
Nasıl kalktı masadan ve ayrıldı oradan?
Ağlıyor muydu kalktığında yoksa tutuyor muydu gözyaşlarını?
Son bir söz çıktı mı ağzından yoksa
Kaçıp gitti mi sadece bu yalandan, bu yabancıdan?
Ne zaman döndü evine?
Ne zaman fırlattı giydiklerini yatağa
Ve telefonu bir tarafa?
Cep telefonuna gelen mesajlara
Şarjı bitmeden önce baktı mı
Yoksa umursamıyor muydu artık? ...
Ne zaman başladı içmeye
-Beraber aldıkları günü anımsayıp birden göz yaşlarına boğulduğu-
bu şarabı?
Ne zamandır tekrar ediyor aynı şarkı?
“Beni halının altına süpürüp saklayamazsın”
“Beni halının altına süpürüp saklayamazsın”
“Beni halının altına süpürüp saklayamazsın”
Ne zamandır ağlıyor?
Ne zaman çıkardı ona ait mektupları mezar-kutudan?
Ve ne zaman yırtmaya başladı fotografları?
Ne zaman uyandı rüyadan?
Ne zamandır kapalı telefonu ve ona kimse ulaşamıyor?
Bu kaçıncı kadeh?
Ne zaman aklına geldi beraber izledikleri o film
“Leaving las vegas”?
Ölümüne içme fikri...
Bu “-sadece-tek yön gidiş”...
Ve o..
Yerde oturmuş
Sırtını soğuk duvara dayamış..
Üzerinde onun hediye ettiği geceliği,
Aklında kurguladığı ama asla gerçekleşmeyecek paramparça Geleceği,
Hüsranıyla yapayalnız,savunmasız,çırılçıplak..
Hep hayal ettiği ama artık asla sahip olamayacağı
Ondan beklediği çocuğuna ait karnına doğru
Dizlerini çekmiş..
Başı öne doğru düşmüş...
Masumiyet...
Masumiyet...
Artık çok geç...
Sarı saçları yüzüne düşmüş..
Mavi deniz gözleri gözükmüyor..
Ama yanağından süzülen gözyaşları
Kesik bileklerindeki kana karışıyor..…
Bitik...Bitkin...Bıkkın...
(Bütün bu hisler neden onun adının baş harfiyle başlıyor ki! ? ! ? !)
Yıkık.. Kızgın..Kırgın...
Vazgeçiş...
Ve çevirisi olmayan kedi cümleleri...
Orçun Okçuoğlu