Serin bir yel solur bulutların saçlarından
Bir ana elidir bozkırda bahar
Bir kaç yeşil dolaşır sarı kıraçta
Uçurum gülüşlü yorgun yüzlerde
Ağustosun ateşten kırbacı şaklar
İsli lambalarda alevin safran dili
Çan ve it sesleri içinde akşamı yalar
Yüzleri bıçakla yontulmuş adamlar
Hoyrat hoyrat gülüşler gecede
Bir kaç eğri diş parlar ağızlarında
Kimsesiz yosunlu mezar taşları
Uzak bir radyoda ince sazdan hicaz faslı
Ve bir de ay
Kayar gider bulut koyaklarından
Eski bir hovarda gibi pervasız...
Toprağa gire çıka
Beş dallı pötürlü bir ağaç kökü elleri
Doğrulur her akşam geceye doğru
Yayvan ayaklarında toprağın nabzı çarpar
Sırtında bebesi- yarı uykulu
Kadın aya bakar
Kimse görmez...
Parmakları her gece gizlice çiçek açar..
Uzak bir radyoda ince sazdan hicaz faslı
Arzuhalin karanlığa fısıldar
' Nenniler ederim uyusun deyi
Uyusun gül sabahlara büyüsün deyi
Bol bol yıllar görsün
Cicili kirman
İpekli yorgan
Gök gözlü kurban olsun
Sarı yeller sarartmasın benzini
Kara günler karartmasın gönlünü
Ne gurbet çilesi ne el kapısı
Ah bilirim muhanettir hepisi...
Kara gecede
Kara nadasta
Kara karıncayı gören
Yokludan aldı mı alan
Varlıya verdi mi veren
Bebeme de el kadar bir tarla versin
Sarı göz koyunlar versin
Çatmalı evler versin
Selvi boylu gelinlerle bağlayayım başını
Davullarla zurnalarla dökeyim aşını
Gördün mü yaratanın işini
Gördün mü yaratanın işini
Deli Turna bir görse böylece bebesini
Hiç sayrılıktan farır mı
Ölümü gözü görür mü! ...
Görür mü! ...'