Yine liğme liğme doğrandı beynimin fabrikasında yağ kokulu isyanlar.
Sevdalarım tutsak,
Kara ellerin prangalarına hükümlü yine yüreğim...
Çok uzak ufuklara doğarken,
Buralarda batmakta mutluluğun güneşi.
Umut, iki adımdır,
Pek görünür ve sürgündür zamansız.
Beklenti ve umutların sürgünü bir adam,
Sabahsız, akşamsız...
Ben düşünümlerin delisi
ve budalası düzenin,
Ben tartışmaların en hırçın oyuncusu.
Zalim kış akşamlarının
Ve kararlı güz gecelerinin,
Son uyku yolcusu...
Üşümüş kaç yaprağı bilir gezginleri hür dünyanın?
Kaç sabahı tanır avcıları ormanların?
Gün görmemiş,
Rastgelmemiş...
Tüm belleğim, bütün gün dönümlerinin uzaysız gezegeni,
Yıldızlar ise,
Dengenin göz boyayan bir kaç elmasından ibaretmiş,
Onlar sadece izlemiş...
Solgun olsaydı da alışırdık yaşama,
tamamen göz yanılgısı,
Olumsuz, kararsız ve tutarsız rollerin oyununu çeviririz farkında olmadan,
Korkak ve yarınsız...
Son destanını yazıyoruz utanmışlığın ve acıların.
Sonra!
Koskoca bir Hiçe ağlamışız,
Ama artık yararsız...
Upuzun ve çorak yolların,
Ağustostaki yolcusu olurum,
Otobüs ya da trenlerde.
İçimin büyüklüğü olurum memleketim gibi.
Ekmek kadar kutsaldır sabahın ışıkları,
Ve ben doğmadan bana dost kaldırımlar vardır bir de,
Ezeli ve ebedi dost olmuş...
Üşür ayaklarım kışa gebe gecelerde,
Yine seni,
Hep seni,
Tek seni dilerim.
Belki çaresiz, belki yorgun,
belki komada ama,
Seni hep tanır beynim...