Öyle her yerde aramadım
Kendiliğinden çıkıp geldi bir orman uğultusuyla
Ağaçların kalın karanlık gölgeleri
Ve üstünde tuzlu su titreşimleriyle
Vakitten kazanıyorduk iki çakıltaşı
Denizin kıyısında kalmıştı biri
Öteki sektirilmiş
Ayaklarının ucunda soğuk ikindiler
Gün batımları, ayışığında söylenen uzak türküler
Yani Odysseus'un lotus çiçeği
Bal kadar tatlı, deniz suyu gibi
İçtikçe daha şiddetle susatan
Bir su çiçeği
Denizin, ormanın, katran kokulu mavnaların,
Yaklaşan günün özgür kokusu
Sardı unutturdu seni..
En büyük tutku çekim gücüydü
Koyu, akışgan,
Fırtına öncesi ağırlık,
İnsan ikliminde esip duran
Bunaltan ve felaket yapışkan
Eğri bir bıçakla sevdanı kesip sundun
Denizin girdabından
Yalnızken, her şeyden bilerek uzakta
Bitmeyen bu yolculuğu kendin istedin
İçinde dalgalanan, çarpan, kırılan
İlk gençliğin ıslak samanlar üstündeki ateşi
Bakır kazanda kaynayan sütten,
ateşteki közden, sandıktaki lavantalardan
Bahçeleri gölgeli, taraçalı, görkemli evlerden çıkıp
Sahilleri dolduran kalabalıklardan
Usandın.
Her bitki, her çiçek,her ağaç,her yağlı yemiş
Senden bu kadar uzakta öyle anlamsızdı ki
Doygunluk gibi, mutluluk gibi, hoşnut bir evlilik gibi
Eskitiyordu kendi içinde çekirdeğini
Soğuk bir alev yalnızca ısıtmayan
Seni özlemeyi yerleştirdim yokluğuna
Tasarılar, niyetler özgürlüğün havasında dağıldı gitti...