I
İstanbul, esaretimin kirli sesi, nemli çığlığı
Matemli kepenkler ardından bakarken gri gökyüzüne
Tavanlarda örümcek ağları ve tutsaklık�
Üşütür beni yalnızlığın ey koca çınar!
Korkar içimde gülümsemeyi unutmuş çocuk
Sofama ay yükselirken düşen şûle parçaları
Anlatır seni, gölgen senden kısa ve yorgun
Düşerken avuçlarıma paslı demirlerin ardından ilk kar tanesi
Sanki senin de o an temizlenir masumiyeti özleyen ruhun
Biliyorum neşen kavî, mizacın serttir bazen
Bazen düşer kolların bir yumruk gibi
İçinde her dem eriyenlerin mihraklarına
Onlar için daha taşın toprağın altın
Hâlâ o düşlerin vazgeçilmezisin
Kaldırım taşlarına vurduğun kilit duruyor mu teninde?
Sen beni surlarının kuytularına hapsettin
Çürüyor belleğim yıllanmış iksirlerinde
Ey İstanbul solgun denizlerde duruyor perçemim!
Sen bir tutsak büyütüyorsun en bilinmez yerinde
Mavi yelkenlisini bırakırken dalgaların ilk serinliğine
Düşüyor endamın elvanlarından yitik elâ gözlerime
Gecenin buğusunda keşfettim oysaki seni herkesten önce
Koca çınar, Fatih�in miracı
Fethin mahkûmluğuma mı gebeydi söyle!
İzbe sokaklarındaki ahengine âşina olmaya yüz tutmuşken erinliğim
Kör nefesine gark oldum, zindanlarında yaşlanıyorum sevgilim!
II
Sol yanımda duruyor busesi kırık bir testi
Kimler içmiş senden Bâki�nin şarabını,
Kaç servi tuttu ellerinden ser çeşmede,
Nice ayinler yaşadın kim bilir?
Belki Nedim�in cenâhındaydın
Seninle su içti lâleler
O kırık, Halil�in midir yoksa indirirken �gül divânı�nı
İstanbul kokularından soyutlanıyordu o lahza
Bir bürûdet içre kaldı, bahar havası söndürüldü rayihaların
Ey pây-i taht, gül bezeli endamın
Gümüş tortularla âh-u zârda şimdi�
Ya Osman�ın son nefesiyle tattığı âbsa
Senden dökülen sokaklarına İstanbul�un
Ne bilir şair, belki de Nef�i demlenirken bezm-i elestte
IV. Murat: � Utanmıyor musun padişâhının yasakladığını içmeye! �derken
Nef�i�nin: �Asıl sen utanmıyor musun bir(a) hâneye izinsiz girmeye! �
Sözüyle yankılanıp sâkinin elinden yere çalınan kırık testisin belki de.
III
Başucumdaki duvara sirâyet eden anlamlı anlamsız bir çizgi
Seni özlüyorum ey İstanbul, yedi tepenle kucakla beni!
Sende tutsağım şimdi, özgürlüğüm mahzenlerinde
Sun ne olur feyizleneyim tarihinin inkişafındaki tülleri
Damağıma festival havası dolsun yeniden
Duyunca seni, hüsnüyusuflar dolansın inci mimiklerime
Canlansın perdesiz ferim, kahkaham, ölü derim�
Yakamozlar eşlik etsin kıyılarında yürürken ağır aksak
Bir yağmur, bir daha, bir daha� ısıtsın çehremi
Koşayım tüm avlularına ey İstanbul!
Yırtılsın donuk yüzüm, topuklarıma yükleneyim
Haykırayım, bozguna uğrasın Mevlevi suskunluğum
IV
Tükensin dedim tükensin,
Açıldı sonuna değin kapanan kapılar,
İşte, kesildi usturalı sessizliğim
İşte, şehr-i yâr�
Gonca dalında suskun, mevsim bahar
Kaskatı tüm güruhlar
Özlediğim diyâr-ı rûm, neşem, candan bir ümran
Doğdu nim-i rûz, şimdi İstanbul gül-feşan
Hafifledi yüreğimdeki bâr-ı girân
Ayasofya, sarnıçlar, köşk ve saraylar�
Ne varsa ey İstanbul senin doğumundan kalan
Beşeriyetin gözbebeği saltanatınla Firdevs�e ulaşacaklar