Fabrikaların ve yüksek bacaların kentiydi, bu bacalardan her zaman yılan gibi kıvrıla kıvrıla dumanlar yükseliyor, birbirine dolanıyor ve hiç çözülmüyorlardı. Kapkara bir kanalı, kötü kokan, mor renkte akan bir nehri, gün boyu pencerelerinden bir yığın gürültünün yayıldığı fabrika binaları, melankolik bir filin gün boyu başını sallaması gibi sürekli inip kalkan buhar pistonları vardı. Birbirine benzeyen büyüklü küçüklü caddelerinde birbirine benzeyen insanlar yaşardı. Bu insanlar evlerine aynı saatte girip çıkar, aynı kaldırımda yürür, aynı işi yapardı. Her gün, dün olduğu gibi yarın olacağı gibi hep aynıydı.
Ömrünüzdeki sayılı günlerden bir tekini yaşanmamış sayalım. Kaderinizin akışı kim bilir ne kadar farklı olurdu? bu satırları okurken bir an durun, yaşamanızı saran o uzun zinciri düşünün. İster demirden olsun, ister altından, ister dikenden olsun. O sayılı günlerden birini yaşamayıp da ilk halkası meydana gelmeseydi, bu zincir belki de hiç örülmezdi.
Amerikan beyfendisini bilmiyorum ben, tanrı beni böyle iki kelimeyi yanyana kullandığım için affetsin.
Bir memleketin yukselmesi ev ve aile muhabbetine baglidir.
Bir sevgililer günü kartına asla kendi imzanızı atmayın.
Bu dünyada bir diğerinin yükünü hafifleten hiç kimse yararsız değildir.
İnsan hiçbir yerde kendisinden iyi dost bulamaz.