Esas trajedi buydu. Bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi.
İnsanlar bir zamanlar kendi hazlarını yaratabileceğine inanıyordu; şimdi onların bedelini ödemesi gerektiğine inanıyor. Sanki çiçekler artık tarlada ve bahçede değil de; sadece çiçekçi dükkanlarında yetişiyormuş gibi.
Ölüm daha mutlak göründükçe yaşam daha otantik olur.
Tanrısal çözüm, yönetilenlerin yönetildik diyemeyeceği bir anlamda yönetmeden yönetmektir. Yani içinde yönetilenlerin kendilerini yönetmek zorunda oldukları bir durum oluşturmaktır.
Yoksul bir ülkede yurtseverlik, eğer o ülke zengin ve güçlü olsaydı insanın kendi ülkesinin en iyi olduğuna inanmaktır. Zengin bir ülkede yurtseverlik, o ülke zengin ve güçlü olduğu için insanın kendi ülkesinin en iyi olduğuna inanmaktır.
Hepimiz sevilmekten ya da nefret edilmekten hoşlanırız. Bu anımsanacağımızın, varolduğumuzun bir işaretidir. Bu nedenle sevgi yaratamayanların çoğu nefret yaratmışlardır. O da anımsanır.
Şu anki yaşamımızda gelip-geçici bir kiracı gelgeç bir konuk değilim, ben. O benim evim. Ve sahip olacağım tek ev. Sadece buna sahibim.
Duygularla konuşurlar. Pek kesin bir dil değil bu. Tam tersi. En kesin dil. İnsan öğrenebilirse tabii.
Birleşme bir ilkedir. Proton elektronla birleşir, atomlar birleşerek karmaşıklıkları artar, birleşerek moleküller yaparlar, amip amiple birleşir, erkek dişiyle birleşir, akıl akılla birleşir, ülke ülkeyle... Varoluş birleşmiş olmaktır. Olmak birleşmektir. Ve varlık ne denli yüksek olursa birleşme o kadar fazla olur.
Istırap, ölüm felaket, talihsizlik, trajedi dediğimiz şeye özgürlüğün bedeli demeliyiz. Bu ıstıraplı özgürlüğe tek seçenek ıstırap çekmeyen bir özgürlüksüzlüktür.