Düttürü Leylâ: Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın."Sana hiç yakışmamış, düttürü Leylâ gibi olmuşsun."
Düşüp kalkmak: 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek."Seni bu hâle getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır. Hâlâ anlamadın mı?"
Düşünüp taşınmak: Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak."Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver."
Düşman kesilmek: Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak."Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti."
Düşman çatlatmak: Nispet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kıskandırmak."Düşman çatlatmakta da üstüne yok senin!"
Düşeş atmak: Umulmadık bir başarı kazanmak."Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi."
Düşe kalka: 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak). 2. Biriyle yakın ilişki kurarak."Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı."
Dünyayı toz pembe görmek: İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak."Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!"
Dünya yıkılsa umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak."Sakın `dünya yıkılsa umurumda değil` deme bana."
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak yer."Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor."