Yokluğumuzu yolsuzluğumuzla demlendiriyorduk. Hali hazırda havalarda erken kararmaya başlamışken, o küçük evde içimiz gibi kararmışken, koca insanların koca kapılarından vedasız bir şekilde ayrılmıştık. Hangi gündü hatırlamıyorum ama bir bayramın arifesi olduğu kesindi. Belki bir bayram hediyesi vermek istediğimden.. Kendime yada onlara.. Nasılsa sevmezdim bayramları. Buluşmak zorunda olan sahte gülümsemeleri. Oysa küçüklüğümde babamın kucağında giderdim, zorlu el öptürmelere.. Şimdilerdeyse ne öpme, ne öpülme.. Boş sevişmeler ışık tutuyordu bayram ertesilerine. Halbuki genelevlerin en yoğun ve yoğuşuk zamanlarıydı bayramlar, arifeler, tatiller.. Hele hele ramazanlar.. Tutulmuş pis nefislerin kuduruk boşalmalarından ibaret ibadetler..
Şimdi Tanrı'ya küfretme zamanıydı erken kararmış havalarında Paşa'nın soğuğunda. Sahi orası da karartılmıştı şimdiki rüyalarımda..
Şimdi o adamın dediği gibi ‘Sığındığım ne var ki' nin cevabı yer buluyordu körelmiş beynimin, küfredilmiş kalbimin en ücra mecralarında.. Sahi benim sığındığım bir bok yoktu.
Gece öksürüklerinin artışından başka, yeni taşındığım bodrumun karanlığında, üst kattaki adamın gece başlayan su şapırtısında, mahalledeki deli kadının dil çıkarışlarında.. En kötüsü de öksüzlüğün ve yetimliğin boktan havasından başka, sığındığım bir bok yoktu yalancıların yalanları doğrultusunda.
Kendine bile sığınamazken, ellerim artık birbirine sarılmayı unutmuşken, üstüne benzemek istemediğim o adamlara benzemişken…