Evimize girerken, karanlık ufkun üstünde yeşilimsi gündoğumu kendini göstermeye başlıyor. Isıtılmış ve çekidüzen verilmiş evin güzel kokusu bizi sarıp sarmalıyor. Işıkları yakmıyoruz. Perdelerin gümüşsü desenini, uzaktaki bir sokak lambası karşı duvara yansıtıyor. Giysilerimi çıkarmadan yatağın üzerine oturuyor, eliza’nın elini sessizce elime alıp bir süre tutuyorum.
Ve derin ve gecikmiş gece herşeye hakim oluyor. Saatler geçiyor. Sıcacık alnımı cama dayamış olan ben, hissediyorum ve biliyorum: bundan böyle bana hiçbir şeyin zararı dokunamaz, huzurlu bir liman buldum. Önümde mutluluk ve keyif dolu upuzun yıllar var. Neşeli güzel yıllar sonu gelmeyen bir matematiksel dizi halinde sıralanıyor önümde. Son bir kaç yüzeysel ve yumuşak iç çekiş göğsümü mutlulukla dolduruyor. Soluk almaktan vazgeçiyorum. Günün birinde ölümün beni kucaklayacağını biliyorum, bütün yaşamı kucakladığı gibi, cömertlikle ve iyilikle kasabanın süslü güzel mezarlığının yeşillikleri arasında, doygunlukla yatacağım. Karım –dulların taktığı peçenin arkasından ne kadar da güzel görünecek- burada tadını çıkardığımız o dingin sabahlarda bana çiçekler getirecek.
Ücretim rahat bir yaşam sürmeme, hatta az da olsa lükse kaçmama yetiyor. Oturduğumuz yeri eliza kendi zevkine göre döşedi ve düzenledi, çünkü bu yönde ne bir arzum ne de becerim var. Eliza ise tam tersine, ne yapacağını bilen (ama sıkça fikir değştiren) biri, öyle bir enerjiyle işe girişiyor ki aslında bu iş böyle bir enerjiye değmez.
Ruhumun derinliklerinde bastırılmış, isyankar bahaneler olarak yaşamış ve bilinçaltımda bana eziyet etmiş olan arzular hemen geçerlilik kazandılar ve kendi hayatlarını sürmeye başladılar. Alnımdaki gaspedici ve kendini beğenmiş numaracı damgası silindi.
Kader anlaşılmaz arzularını uygulamak istediğinde binlerce yol bulunabilir. Geçici bir bayılma, bir anlık dikkatsizlik ya da körlük, yanlış bir seçim yapmamıza yeter. Daha sonra olayın önemini sonradan anladığımızda, o olayı sürekli yorumlayabilir, nedenlerimizi açıklayabiliriz, gerçek amaçlarımızı ortaya çıkarmaya çalışabiliriz, ama geri dönüş yoktur.
Odanın dört duvarla çevrili olduğunu açıklamalı mıyım? nasıl olur bu? duvarla çevrilmek? nasıl çıkabilirim odadan? durum şu: insan isterse bir yol bulur. İrade güçlü olunca her şey fethedilebilir. Bir kapı hayal etmem yeter, tıpkı çocukluğumun mutfağındaki gibi demir kulplu ve sürgülü, eski, dost bir kapı. Duvarla çevrili olsa da, böylesine güvenilen bir kapının açamayacağı hiçbir oda yoktur, önemli olan insanın böyle bir kapının var olduğunu düşünecek kadar gücü olmasıdır.
Biri seninle konuşur, bir şaka yapar, alay eder, senin de bir an için gönlün açılır. Birine dokunursun, kimsesizliğini canlı sıcak bir şeye yapıştırırsın. Karşındaki yürüyüp gider, senin yükünü hissetmez, seni sırtında taşıdığını senin bir parazit gibi o an onun yaşamına yapıştığını farketmez.
Edzio çalışmıyor: sanki ona sakatlığı yükleyen kader, bunun karşılığında ademoğlunun üzerindeki bu lanetten onu kurtarmış gibi.
Elbisem yıprandı, yırtıldı. Bana bir demiryolcunun eski püskü üniformasını verdiler. Yanağımın biri şiştiği için yüzüme pis bir sargı bezi sardılar. Samanların üzerine oturup uyukluyordum, acıkınca da ikinci sınıf kompartımanlardan birinin koridorunda diklip şarkı söylüyorum. İnsanlar kasketimin içine metal paralar atıyorlar; siperliğinin yarısı kopmuş bir demiryolcu kasketi bu.
Eski püskü bir demiryolu üniforması giymiş olan bir adam bir süre yanımda oturdu, hiç konuşamadı, düşüncelere dalmıştı. Şişmiş, acıyan yüzüne mendilini bastırıyordu. Daha sonra bu adam da kayboldu, istasyonlardan birinde farkettirmeden iniverdi. Ondan geriye, yerde duran samanların içinde bedeninin biçimi ve unuttuğu partal bir siyah bavul kalmıştı.