Sarı bir sonbahar gibi klişe hayatların
girdabında sarı bir lila!
ve oluyor bıyıklı bir çingene
arabesk yazlar sonrası
gelen kışlar gibi
kabukları daha yara tutmamış
çocuklar, sen, ben, kızkardeşim
hep birlikte karşıdan baktığımız o sisli kara
parçası önünde ki uçsuz kumsalda
köhne bir sandal ki
beklemeyen bileklerimizin dikilişini
beklemeyen kalbimizin dirilişini
beklemeyen bir ayrılık senfonisi
Ve çalıyor...
bıyıklı bir çingene arabesk
kesişmeler sonrası jazz edasıyla
babadan kalma yalın bir darbuka
sanki bilirmiş gibi
kızkardeşimin yokluğunu
bir yabancının boşluğunu
sanki hatırlatabilirmiş gibi
her ritimde bir ibadeti
her ibadetteki ihaneti!
Ve ayrılık...
ayrılık zor şey be gülüm
izliyorsan gideni
dünyanın yuvarlak olduğunu reddeder gibi
hele ki seviyorsan hala
kabukları yara tutmamış o çocukları hırpalar gibi.
ya sen lila, sen biliyor musun ki?
sana, sarı bir lila deyişimde ki asaleti
ya da ben biliyor muyum ki
renklerin karışımındaki laneti!
Karışırdık geceye yeni yetme boşluklar gibi
gece karışmasın bize diye
gece yine burnunu sokmasın diye
gizlediğimiz hüzünlere
sen, ben, varolmayan kızkardeşim
varolmayan aşklarım, sakladığımı sandığım gençliğim
yalanlarla dolu şiirlerim
ve baktığımız o kara
parçasında aslolan sen,
sen sarı bir lila!
sen sakın solma
hele ki alışmışsa birileri iki renk arasında yaşamaya...